Bebek ve çocukların gelişimleri sırasında olgunlaşma ve sosyal boyutun erken gelişmesinde oyunun önemi belirgindir. Ayrıca içinde yaşanılan kültürün önemli etkilerinden olan araştırma duygusunun ve kurallara uymanın öğrenildiği ve geliştirildiği yer de oyunlardır. Oyunlar önce bebeğin kendi bedensel duyumlarının araştırılması şeklinde çok küçük bir alanda başlamakta, sonra yakın çevresi içinde sürmekte ve daha sonra da büyük sosyal ortamlarda gerçekleştirilmektedir.
Oyun, çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları, kendi deneyimleriyle öğrenmesi yöntemidir.
Spencer oyunu, fazla enerjinin harcanması olarak nitelendirmiş, böylelikle gerginliğin azalacağını savunmuştur.
Gross’a göre oyun, gerçek yaşama alışma egzersizidir.
Karr’a göre oyun, bedenin gelişimini sağlayan uyarıcı bir etkendir. Bazı alışkanlıklar oyun yoluyla yinelenirken öğrenilir.
Piaget’ye göre oyun, bir uyumdur.
Yukarıdaki tanımlardan yola çıkarak: Bebek, çocuk, ergen ya da yetişkin bir kişinin neden oyun oynadığı sorusuna üç yanıt verebiliriz. Birincisi, içten gelen enerjinin boşaltılması için oyun oynanmaktadır. İkincisi, türe özgü davranışların çok uzun süredir aktarılmasına ve sürdürülmesine yardım etmektedir. Üçüncü yanıta göre oyun, gelecekteki becerilerin geliştirildiği bir alan olarak görülebilir.
Erişkinler gözüyle oyun, çocuğun eğlenmesine, oyalanmasına yarayan amaçsız bir uğraştır. İşi olmayan ya da dinlenmek isteyen kişi oynar. Anneler ayaklarına dolanan çocuklara “Hadi git oyna!” diye başlarından savarlar. Oysa oyun çocukların baş uğraşı ve en önemli işidir. Düşünür Montaigne’nin yüzyıllar önce belirttiği gibi “Çocukların oyunu, oyun değil, onların en ciddi uğraşıdır.”
Okul yaşına gelmemiş çocukları kısa bir süre gözlemlemek bu gerçeği ortaya koymaya yeter: Çocuklar gün boyunca durup dinlenmeden oynarlar. Kendilerini oyuna öylesine kaptırırlar ki acıktıklarını bilmez, çağırılınca duymazlar. Oyunun en koyulaştığı bir an da, yemeğe çağrılan çocuk direnir; “Ama anne daha oyunum bitmedi ki!” der. Onun için oyun sanki bitirilmesi gereken bir görevdir.
Çocuklar, oyun oynayarak ve sosyal etkileşimle benliklerini bulurken zamana ihtiyaç duyarlar. Bir çocuğun meşgul olurken “kendini kaybettiği” herhangi bir aktivite, onun gerilimini azaltır ve gün içinde yaşadıklarını beyninde işleyebilmesi için gereken zihinsel rahatlığı sunar. Her ne şekilde olursa olsun, aktif bir şekilde oyuna dalmak mükemmel bir basınç valfidir.
Çocuk oynadıkça duyuları keskinleşir, becerisi artar. Çünkü çocuğun en doğal öğrenme ortamıdır. Duyduklarını, gördüklerini sınayıp denediği, öğrendiklerini pekiştirdiği bir deney odasıdır. O dünyaya kendisi egemendir. Evcilik oynayan küçük çocuklar büyüklerin o dünyaya girmesine ancak onların kurallarına saygı gösterip uyduğunuz takdirde izin verebilirler. Karışmaya kalkan olursa, sinirlenirler. Kurdukları oyunu, yerleştirdikleri eşyaları değiştirmeyi bir deneyin, hemen tepki gösterirler. Oyundaki çocuk, erişkinlerin “Dur! , otur! , öyle değil böyle yap!” gibi kısıtlamalarından uzak, kendi başına buyruk olmanın tadını çıkarır. Oyun çocuğun özgürlüğüdür.
Bebeğini sallayan, giydirip besleyen küçük bir kız söylediği sözlerin kendi annesininkilere benzediği de gözden kaçmaz. Bu küçük oyundan ne anlam çıkarılır? Verilecek ilk yanıt anneye öykündüğüdür. Bu yaş çocuklarının en sık yaptıkları iş büyüklere öykünmektir. Ancak öykünme (taklit) bilinçli bir benzeme ve benzetme çabasıdır. Benimsediği annenin davranışını oyuna yansıtmaktadır. Anneden aldığı bu davranış örneği özümsenmiştir, kendi ürünüdür.
Çocuk yalnız büyüklerden gördüğünü aktarmakla kalmaz, ona kendinden de katar. Dış dünyayı kendi yaşantısında yoğurup, ortaya sentezler çıkarır. Bunun en çarpıcı örneğini bir yakını ölen küçük çocuğun oyununda bulabiliriz: Bu küçük çocuk ölüm olayından sonra arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Sırayla ölü gibi yere yatıyor, kımıldamadan bir süre duruyor, sonra birisi doktor olup bir iğne yapıyor ve öleni diriltiyordu: Ölümü kavrayamayacak yaşta olan ve ölümle ilgili soru soramayan çocuk ne ölçü de etkilendiğini bu oyunuyla sergiliyordu. Ölüme ilişkin korkusu ve ölümü yadsıması büyülü bir yolla ölüyü diriltmek isteyişinden anlaşılıyordu.
Çocuk bu oyunda yalnız etkilendiği olayı sergilemekle kalmamış, kendi duygusunu da katmıştır. Böylece anlatamadığı kaygılarını dile getirmiş, olayı somutlaştırarak kendi istediği bir çözüme ulaştırmıştır. Çocuk oyun aracılığıyla üzüntülerini, kaygılarını, korkularını dile getirir. Bu yolla, iç bunaltılarını dışa vurur. Kaygıların yükünden kurtulur, boşalım sağlar.
Oyun, bir ayağı hayal dünyasında diğer ayağı gerçekler dünyasında bir köprüdür. Çocuk oyun aracılığıyla bu iki dünya arasında anlamlı bir bağ kurar. Bilinmezlerle dolu çevresini oyunun süzgecinden geçirerek kendisi için anlaşılır duruma getirir. Dilinin yetersiz kaldığı yerde oyunun dilini kullanır.
Oyun, çocukların en doğal anlaşma ortamıdır. Bir araya gelen iki çocuk daha birbirinin adını öğrenmeden oynamaya başlarlar. Çünkü oyun onların ortak dilidir. Ancak birlikte oynayabilmek için, oyuncakları paylaşmak, oyun kurallarına uymak gerekir. Oyunun çekiciliği çocukları üç yaşından itibaren işbirliğine iter. Başlangıçta çekişme, mızıkçılık, küsme gibi davranışlar olağandır. Ancak düzelmeyecek gibi bozulan ortaklıklar kısa sürede yeniden kurulur. Oyun aracılığıyla gelişen bu arkadaşlık ilişkisi giderek toplu oyunlarda daha düzenli bir işbirliğine yol açar. Başlangıçta üç çocuk bir araya gelince birisi kenarda kalır. Zamanla üçlü ve daha kalabalık kümelerde anlaşma sağlanır. Bu toplumsal ilişki ilkokul döneminde takım oyunlarına doğru gelişir.
Oyun, çocukların okul öncesi yaşlarının en önemli uğraşısıdır. Okula başlamakla oyun gereksinmesi sona ermez. Çocuk büyüdükçe, gelişim düzeyine göre biçim değiştirerek devam eder. Bu nedenle okulu oyun çağının sonu gibi görmek yanlıştır.
Öğrenmeye Açılan Bir Kapı Olarak Oyun Saati
Oyun saatleri gerilim ve baskıdan uzak olmalıdır. Yapıcı oyuna geçebilmek için, genelde çocuğun içinde bulunduğu ortama alışması ve kendini rahat hissetmesi önem taşır. Çocuklar hoşnut oldukları sürece, sık sık yeni faaliyetlere geçme gereği yoktur.
Kaynaklar: M. Jane Healy, “Çocuğunuzun Gelişen Aklı”
Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu “Çocuk Ruh Sağlığı”
Doç. Dr. Haluk Yavuzer “Çocuk Psikolojisi”